TEKİRDAĞ’DA GEZİLEBİLECEK YERLER

476

Şehir şehir gezip sizlerle paylaşmayı seviyorum. Bir gün de Tekirdağ’a gidelim dedik. Araçla İstanbul’a bir buçuk saat mesafede gözüküyordu. Şehri hiç bilmiyorum ama hızlıca telefondan gidilebilecek yerlere baktım, kafamda özet bir plan yaptım. Bizimkilere de söyledim, tamam dediklerinde gideceğimiz yerler arasında en yakın olan yeri tarif etmeye başladım.

Marmara Ereğlisi’nde bulunan Perinthos Bazilikasını biliyor muydunuz? Ben tarihi yerleri gezmeyi severim. Genelde yaptığım gibi navigasyonu açarak ilerledik. Navigasyon ‘Hedefinize ulaştınız.’ dedi ama biz sadece evler görüyorduk. Arabayı park edip yürüyerek çevreye bakalım dedik. Yürürken belli belirsiz bir tabela gördüm. Dikkatli bakınca bazilikanın tabelası olduğunu anladım. Kimse sahip çıkmamış, resmen otların, taşların arasında yok olmuş. Görünce şok olduk, ben hep tarihi yerler gezerim ama bu kadar mahvolmuş olanı daha önce görmemiştim. Tabela bile okunmuyordu. Acı gerçekleri söyleyerek başladım ama orada yaşayanların bile tarihi bir yere yakın olduklarının farkında olduğunu düşünmüyorum. Çok bir şey göremeden ayrılmak zorunda kaldık.

Sonra sahile indik. Çevremdeki herkes Marmara Ereğlisi’nin sahilini öve öve bitiremez, bizde bakalım dedik. Güzeldi kabul ediyorum ama övecek kadar değildi bence. Kumsalı olan sakin bir sahil… Oraya kadar gitmişken Hıdırellez’de yazdığım dileklerimin olduğu kağıtları da denize attım.

Rotamıza devam ediyorduk. Tekirdağ merkezde bulunan Namık Kemal evi ile başladık. Çok okuyan insanlar olarak, yazarlarımız hakkında bilgiler edinmek için en uygun yerlerin evleri olduğunu biliyoruz. En alt katı kütüphaneye çevrilmiş, üstünde 2 katı Namık Kemal’e ait eşyaları sergiliyorlardı. Evi restore edeceğiz diye mahvetmek yerine olduğu gibi kullanmışlar. Girince biz kütüphaneden girmişiz, bilmiyoruz. Bize çok tatlı bir beyefendi eşlik etti. Yılların edebiyat öğretmeniymiş. Zaten Namık Kemal gibi kıymetli insanları onları eserlerinden tanıyanlar korur diye düşündüm içimden. Hoş sohbet eşliğinde evi gezdik. Kıyafetler, saatler, yatakları, koltukları… Her adımda o zamanda gibi hissettik. Çok güzel bir geziydi, miss gibi edebiyat kokuyordu.

Oradan çıkınca Tekirdağ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi kapanmadan gezelim dedik. Ücretsiz bir müzeymiş. Binanın dışı efsane güzeldi hatta bence tam müze havasına uygun bir binaydı. Kapanmasına son 10 dakika kalmıştı, güvenlik hızlıca gezebilirsiniz dedi. Bizimkilerle koşarcasına gezmeye başladık. 2 katlı binanın bir de bahçesi vardı. Girişten başladık. Taş eserler salonu ve arkeolojik eserler vardı. Üst katta Etnografya salonu ve girişteki salonlarda bulunan eserlerin devamı bulunuyordu. Bayıldımm, özellikle kıyafetlere <3 Bahçeye geçtik sütunlar, lahitler, heykeller bulunuyordu. Süremiz dolmadan gezelim derken çıkınca fark ettik ki bahçenin bir tarafını gezmemişiz. Neyse ki dışarıdan gözüküyordu da oradan inceledik.

Tekirdağ Arkeoloji ve Etnografya Müzesine yürüme mesafesinde olan Rakoczi Müzesine de uğramadan gitmeyelim dedik. Rakoczi Müzesi, Macar prensi II. Frenc Rakoczi’nin 15 yıl yaşadığı evi 1932’de Macar Hükümeti tarafından satın alınıp müzeye çevrilmiş. Türk-Macar dostluğunu simgeleyen bu evi merak ettik. Giriş kişi başı 10 TL idi. Girişte bir sürü madalya asılıydı. Evin her yerinde Macar kültürüne ait eserler bulunuyordu. İlk yemek alanına gittik, kuyu bile vardı içeride. Sonra üst kata çıktık. Merdivenin başında Prensin büyük boyda yağlı boya tablosu bulunmaktaydı. Holden çalışma odasına geçtik. Minicik ama tam hayalimdeki gibi bir odaydı. Çalışma masasının yanında oldukça uzun bir pencere vardı ve pencereden bakınca sonsuz deniz ve gökyüzü görünüyordu. Ne ev ne insanlar… Sadece huzur vardı bence ama Prens o zamanlar nasıl hissediyordu hiç bilemiyorum. Çalışma odasının yanında oturma odası vardı. Bizim Urfa’daki şark köşelerini andıran, her köşesinde döşemeler olan bir odaydı. Ama sadece oturma alanları değil, pencereler, avizeler bile çok güzel işlemeli, rengarenkti. Oturma odasının bir kısmında da Prensin kişisel eşyaları vardı. Ortada tahtı vardı. Tahta oturmak yasaktı. Taht dışında bir de o zamanları simgeleyen kostümler giydirilmiş mankenler vardı. Çoğu zaman geçmişte yaşamış insanların kıyafetlerini özellikle de geleneksel ise çok hoş bulmuşumdur. Bunları da çok beğendim. Bu müze sayesinde Macar halkı hakkında güzel bilgiler de edinmiş oldum.

Müze saatleri dolunca bir yerde oturup bir şeyler atıştırdık. İstanbul’a göre fiyatları çok uygun diyebilirim. Baya şaşırdık.

Eve dönerken yapabileceğimiz etkinlik falan var mı diye baktım, Hıdırellez Festivali varmış. Nasıl sevindim, görmeyin. Çünkü birkaç gün önceki Edirne Hıdırellez Festivalini kaçırdım diye üzülmüştüm. Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezindeymiş. Navigasyonla alana ulaştık. Bir halk sanatçısı şarkı söylüyordu. Börek dağıtıyorlardı. Sergi vardı, el yapımı ürünler satılıyordu. Yiyecek içecek stantları vardı. Güzel bir alandı. Ben her zamanki gibi ellerimde yiyecekler eğlenmeye baktım. Yaklaşık 1 saat sürdü. Sonra İstanbul’a döndük.

Benim için eğlenceli bir geziydi. Öğlen çıktık, alabileceğimiz maksimum verimle Tekirdağ Turu attık. Aklıma gelen her detayı yazmaya çalıştım. Sizde günübirlik gezilebilecek bir yer arıyorsanız mutlaka Tekirdağ’a uğrayın. Yazdığım yerler hakkında detaylı fotoğraf ve videoları sosyal medya hesaplarımda bulabilirsiniz. Keyifli geziler…

Önceki İçerikATOMİK ALIŞKANLIKLAR – JAMES CLEAR
Sonraki İçerikGİZLİ BAHÇE – FRANCES HODGSON BURNETT
Adım İrem Gül. Bilgisayar öğretmeniyim. Tam bir başak kızıyım. Hayatı benim açımdan görün istedim ve bu bloğu açtım. Dünya’ya İrem’in penceresinden bakmaya hazır mısın?